5 Haziran 2015 Cuma

Saklı bir cennet: Ağva



Latince’de 'iki dere arasındaki köy' ve 'su' anlamlarına gelen Ağva, adıyla eş olarak Karadeniz’in en güzel nehirlerinden Yeşilçay ve Göksu’nun denize döküldükleri yerde bulunuyor. İstanbul’a sadece 97 km uzaklıkta olması da özellikle bu şehirden yerli turisti beldeye yönlendiriyor. Günümüzde bu köy tatil cenneti adıyla anılıyor. 


Ağva plajları Ege ve Akdeniz bölgelerindekileri aratmayacak cinsten. Yanı başınızda Göksu ve Yeşilçay nehirlerinin yanı sıra bir de Karadeniz’in hırçın suları bulunuyor. Orman ile iç içe yer alan bu kumsallar sakin ve huzurlu havaları ile dikkat çekiyor.



2,5 kilometre uzunluğunda plaj

Diğer tatil merkezlerinde yer alan plajlardaki gürültü ve kirliliği Ağva'da bulunmuyor. Bu sebeple, şehrin stresinden ve kalabalığından kaçanlar için burası tam olarak ilaç niteliğinde. Ağva, yaklaşık 2,5 kilometre uzunluğunda ve elli metre genişliğinde doğal bir kum bir plaja sahip. Yazın bunaltıcı havasında, işlerinize ve okulunuza biraz ara vermek için bu uzun sahil şeridine kaçabilirsiniz. Ağva ve Şile plajları da birbirine oldukça yakın. 


Tekne turlarına katılın

Şezlong ve şemsiye, yeme içme, ulaşım kolaylığı sağlayan bu plajlarda kamp yapmanız bile mümkün. Ağva plajı, Kilimli, Sahilköy plajı, Sofular, Kumbaba, Kabakoz, İmrenli plajları Ağva ve Şile plajları arasında en popülerlerden. Güneşin ve denizin tadını doyasıya çıkardıktan sonra dilerseniz çeşitli aktivitelerle gününüzü daha renkli bir hale sokabilirsiniz. 



Ağva'ya gitmişken bir ufak tekne turu da yapmadan dönmek olmaz. Turlar için tekne başı fiyat 60 TL. İster tekneyi tek başınıza kiralayın isterseniz diğer tatilcilerle birlikte 10 kişiye kadar tekne turlarına katılıp kişi başına fiyatı 6 TL'ye kadar çekebilirsiniz. Bir tur ise ortalama 45 dakika sürüyor. Tekne turu ile Kilimli Koyu, Kadırga Koyu, Göksu, Yeşilçay, Kerpe, Saklıgöl, Kalemköy, Hacıllı Köyü, Akçakese Köyü ve Aşıklar Yolu'nu görebilirsiniz. Koylardan hevesini alanlar için ise bir de Saklı Göl denilen cennet var. Burada da dilerseniz motorlu turlara katılabilirsiniz.



Üstelik, tüm bunların dışında Ağva'da yapabileceğiniz aktiviteler arasında kano yapmak, balık tutmak, trekking yapmak, kamp kurmak, mağaraları gezmek ve piknik yapmak da var. 


Eskişehir Bilim, Kültür ve Sanat Parkı


Sazova Parkı adıyla bilinen ve 2012 yılında halka açılan Sazova Bilim Kültür ve Sanat Parkı, 400.000 metrekarelik oldukça geniş bir alana sahiptir.


Sıradan bir parktan çok uzak bir görünümü olan Sazova Parkı‘nda gezmek ve eğlenmek için sıradışı yapılar bulunuyor. Masal Şatosu, Korsan Gemisi, Bilim ve Uzay Evi ise bu yapılardan en büyük olan ve en çok dikkat çekenleri. Sazona Parkı'nın tam ortasında bir yapay göl bulunuyor. Korsan gemisinin de içinde bulunduğu bu gölde, kano yarışları ve eğitimleri veriliyor. Çok sayıda ve farklı türlerde balıklarında yaşadığı bu göl de, zarif kuğulara ve ördeklere de rastlayabilirsiniz.  

Masal Şatosu

Sazova Parkı'nın içindeki Masal Şatosu'nun içi, dışının yapımı bittikten ortalama 2 sene kadar bir zaman sonra açıldı. Dış yapısıyla hemen dikkatleri çeken şatonun her bir kulesi ülkemizdeki ayrı bir mimarinin uyarlaması. Örneğin sekiz kule, Adalet Kulesi – Topkapı Sarayı, Sindrella Kulesi – İstanbul, Ulu Kule – Mardin, Burgulu Kule – Amasya, Çan Kulesi -Diyarbakır, Galata Kulesi – İstanbul, Yivli Kule – Antalya ve Kız Kulesi – İstanbul'dan oluşuyor. 


Şatoya girişte 6 yaşa kadar çocuklar ücretsiz , 6 yaş sonrası çocuklar 1 TL, yetişkinler ise 2 TL veriyor. Müzenin giriş katını ve terasını gezmek ücretsiz, dilerseniz bilet almadan girip gezebiliyorsunuz. Bilet alırsanız rehberli turlara katılıyorsunuz her 20 dakikada bir değişik turlar var. Turlara maksimum 30 kişi alınıyor, dolunca bir sonraki seansı beklemeniz gerekiyor. Ücretsiz gezilebilen giriş katında bulunan minik hediyelik eşya dükkanlarından arkadaşlarınıza hediyelik eşyalar almanız da mümkün. Şatonun içinin tamamı masal kahramanları ile rengarenk döşenmiş biçimde. Terastan ise tüm parkı ve yapay gölü görebilir, birşeyler yiyebilirsiniz. 

Şatoda gerçekleştirilen rehberli turlar birbirinden farklı masalları içeriyor. Turlarda rehberler  hem tarihi hem de masalları anlatıp bilgiler veriyor. Ayrıca her masal kahramanı için bir oda var. Örneğin katıldığınız bir turda Dede Korkut ya da Keloğlan'ın çadırlarına girip, taburelerinde oturup masallarını kahramanların ağzından dinleyebilirsiniz. Masalları ise size, kahramanların  robotları anlatıyor. Şato size keyifli vakit geçirmeniz için bir çok farklı imkan sağlıyor. 


Korsan Gemisi

Sazova Parkı'nın girişi ücretsiz. Parkta yalnızca birkaç yapıya girerken ücret ödüyorsunuz. Bunlardan biri de Korsan Gemisi. Geminin giriş ücreti ise sembolik tam 1 TL, indirimli öğrenci bileti 50krş. Korsan Gemisi, Atlas Okyanusu'nu geçen gemi olarak bilinen ve 1620 yılında İngiltere’den ABD’ye yolcu götürerek ABD’deki insanlığın temelini atmasına vesile olan Mayflower adındaki gemi ile büyük benzerlik göstermekte. Korsan gemisi ayrıca, May Flower isimli geminin birebir ölçülerinde yapılmış. Hem dış ihtişamıyla hem de iç kısmında düşünülmüş her ayrıntısıyla gemi, kendinizi gerçek bir korsan gemisindeymişsiniz gibi hissettirmeye aday.  Geminin alt katında zindanlar, yemekhane, kaptan kamarası ve korsanların papağanı da bulunuyor. 



Sualtı Dünyası

Sazova Parkı’nda bulunan Eti Sualtı Dünyası, 84 farklı türden toplam 2150 balığı ağırlıyor. Amazon Nehri, Kızıldeniz, Atlas Okyanusu, Güney Amerika Gölleri, Kuzey Ege Denizi gibi dünyanın birçok noktasından getirilen balıkları, Sualtı Dünyası‘nda görmeniz mümkün. Eti Sualtı Dünyası’na giriş yapabilmek için yetişkinlerin 3 TL, öğrencilerin ise 2 TL ödemesi gerekiyor. 





Sazova Uzay Evi 

Uzay Evi; özel olarak yapılmış kubbeli yapısında, hem eğitici hem de eğlenceli uzay gösterimlerinin yapıldığı bir yapı. 14 metre iç çapı ve 360 derecelik kubbesi bulunan yapıda aynı anda 95 kişi gerçekleştirilen gösterimi izleyebiliyor. Gösterimler ise aynı sinema mantığı gibi çeşitli seanslarda yapılıyor. 



Uzay Evi’ne ilk girdiğiniz anda sizi Albert Einstein ve Stephen Hawking‘in balmumu heykelleri karşılıyor. Seans başlamasına yakın tüm ziyaretçiler özel olarak tasarlanmış salona alınıyor. Buranın sinema salonlardan farkı sahip olduğu özel tasarımı. İlk olarak burada sunum yapılan perde sinema salonlarındaki gibi karşınızda değil. Uzay temalı görüntüler yapının kubbesinde gösteriliyor. Bu yüzden koltukların hepsi yatar pozisyonda. Sunum öncesinde görevliler size program hakkında bilgiler veriyor. 



Uzay sunumu 2 bölümden oluşuyor. 25 dakika süren ilk bölümde özel gösterimler yapılıyor. 2.bölümde ise görevliler 15 dakika boyunca size evren hakkında genel bilgiler veriyor. Üstelik bilgi verenler sıradan çalışan değil,  konu hakkında çok bilgili Anadolu Üniversitesi‘nde eğitim gören doktora öğrencileri. Gösteri boyunca herhangi bir baş dönmesi ya da mide bulantısı gibi bir sorun yaşarsanız görevliler salondan çıkmanızda size yardımcı oluyor. Toplam 40 dakika süren gösteri boyunca gerçekten de Dünyanın ne kadar ufak olduğunu anlıyorsunuz. Uzay Evi’nde maalesef herkesin düşündüğü gibi yerçekimsiz ortam ya da yıldızları izleyebileceğiniz devasa bir teleskop bulunmuyor.

Bilim ve Deney Merkezi



Bilim ve Deney Merkezi, adından da anlaşılacağı üzere sizlere bilimin büyülü dünyasının kapılarını aralıyor. Bilim Deney Merkezi’nin bahçesinde, dünyanın ilk ve en büyük bilim adamı, mekaniğin üstadı olan Arşimet‘in denge prensibi üzerine hazırlanan bir deneyi bulunuyor. Sizler de bu deneyi kendiniz yaparak tek elinizle bir arabayı nasıl kaldırdığınızı görebilirsiniz. Yine bahçede su dolu kovaları ve uçakları da ziyaret edebilirsiniz. Merkezin içine girmek ve gezmek normalde ücretsiz. Ancak deneylere katılmak isterseniz yetişkinler giriş için 2 TL, öğrenciler ise 1 TL ödüyor. Merkez, hafta içi 11:00 – 16:00 saatleri arasında, hafta sonu ise 11:00 – 17:00 saatleri arasında bilimsel deneyleri izlemek ve katılmak için ziyarete açık. Bilim ve Deney Merkezi'nin içinde ise farklı etkinlikler ve deneyler gerçekleştiriliyor. Bir ipin üzerinde havada bisiklet sürebilir, deprem evinde depremi an ve an yaşayabilir, tek elinizle kendi ağırlığınızı kaldırabilir, sonsuzluk köprüsünden karşıya geçebilir ve daha birçok farklı şeyi deneyimleyebilirsiniz. 




18 Nisan 2015 Cumartesi

Kadıköy’ün simgesi: Boğa Heykeli



Kadıköy’ün simgesi, Altıyol’un birleştiği, İstanbulluların buluşma noktası ve bir efsane Boğa Heykeli… İstanbul'a ilk gidişimde hem gezme imkanı bulduğum, hem de bu imkan dahilinde yolumu kendi başıma bulabilmeyi başardığım ilk yer Kadıköy oluyor. Bana en çok yardımcı olan ise şüphesiz ki Boğa Heykeli. Boğa Heykeli'nin hikayesi ise tahminimden çok daha ilginç çıkıyor. Daha da ilginç olan, heykelin hikayesini sorduğum İstanbullu ve hatta yıllardır Kadıköy'de yaşayan hiç bir arkadaşım aslında bu uzun ve saygıdeğer hikayenin aslını bilmiyor. 

Savaş'ın boğası

1800’lü yıllarda, Almanya ve Fransa arasında gidip gelen küçük bir bölge olan Alsas Loren 1860’larda tekrar Fransa’nın eline geçer. Fransızlar Almanları dize getirmenin sevinci ile bu bölgeye bir anıt heykel dikme girişiminde bulunurlar. 

O dönem Paris’in en önemli heykeltıraşlarından biri olan Isidore Bonheure ve T. Roulliard’a proje verilir. Daha çok hayvan heykelleri yapan bu sanatçılar Fransızların Almanları azgın bir boğa gibi ezip geçtiğini ima etmesi için bu boğa heykelini yaparlar. Heykel büyük bir özgüvenle Alsas Loren’e dikildikten birkaç yıl sonra 1870 yılında Almanya tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Bismark, Alsas Loren için Fransa’ya savaş açar. Sonuç olarak Almanlar birkaç yılda çok büyük bir ordu toplayıp Fransa’nın üstüne gider ve Alsas Loren’i de topraklarına katar. Fransa’nın Almanları korkutması amacıyla dikilen boğa heykelini Almanlar ganimet olarak alıp başkentlerine götürürler. Yaklaşık kırk yıl Almanya’da kalan heykel nereleri süsledi, nerelerde o kızgın bakışlarını etrafa savurdu şu an için kesin bir bilgi yok. Ancak heykel,  II. Abdülhamit ile başlayan ve İttihat ve Terakki Partisi’nin başa geçmesi ile güçlenen Osmanlı-Alman ilişkileri sırasında Alman imparatoru II. Wilhelm tarafından İttihat ve Terakki Partisi’nin başındaki Enver Paşa’nın sarayının bahçesine yerleştirilir.



1.Dünya Savaşı’nda Osmanlı-Alman birliğinin timsaline dönüşen Boğa Heykeli savaş sonunda yenilgimizle ve Enver Paşa’nın yurt dışına çıkması ile unutulur. 1953 yılında Hilton Oteli’nin yapılmasıyla heykel, duvarlar ardındaki saraylardan çıkarılıp otelin bahçesine konur.

Alsas Loren'den Kadıköy'e bir uzun yolculuk

Burada da çok uzun durmaz veya durdurulmaz. Harbiye’deki Lütfi Kırdar Spor Salonu önüne, çevresine ve kendine umarsız bir vaziyette konur. Kamu ile ilk karşılaşması ve yoğun ilgi görmesi de bu zamana rastlar. Anlaşılan o ki burada da yeri beğenilmez, Taksim Gezi Parkı’na yerleştirilir. Artık bir orada bir buradadır. 1969 yılında Taksim Gezi Parkı’ndan alınarak Kadıköy’e getirilir. Beşiktaş İskelesi’nin arkasındaki eski kaymakamlık binasının önüne yerleştirilir ama o da olmaz. 1987 yılında nihayet gerçek yerini bulur. Kadıköy Altıyol. Alsas Loren’den başlayan şanlı şerefli tarihi unutulmuş, belli bir yeri yurdu olmayan, birkaç senede bir taşınan, fotoğraflarının çekildiği, üzerine binme girişimlerinin yaşandığı, üzerinin kazınmaya çalışıldığı, yazıların yazıldığı eğlencelik bir heykel haline dönüştürülür. Halbuki aynı dökümhaneden çıkmış ve heykeltıraşı Thiebaut tarafından yapılan Emirgan’daki Sakıp Sabancı’ya ait Atlı Köşk’ün atı ise halinden oldukça memnun Picasso ve Dali’leri karşılamaktadır. Boğa Heykeli’nin bir diğer kardeşi ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin önünde bulunan Aslan Heykeli’dir.


Bugün Kadıköy’ün kalabalıklığının içinde artık görülemeyecek bir hal alan boğa heykeli, estetik güzelliğinden bahsedilmeyi bırakın yön gösterme aracına dönmüştür. Boğa Heykeli’nden sağa veya sola terimleri Kadıköy Altıyol’da çokça duyabileceğiniz bir cümledir artık. Alsas Loren’in o ürkütücü canavarı artık yaşlanmış, köklerinden uzaklaştırılmış ama hala eski estetiğini üzerinde barındıran bir heykel olarak hala başını eğip çevresine selam veriyor.



15 Nisan 2015 Çarşamba

'Dünyanın Merkezi'ne yolculuk: Sivrihisar


Ani bir kararla yollarına düştük Dünyanın Merkezi’nin. Bu seferki gezimde bana eski iş arkadaşım Gökhan eşlik etti. Gökhan’ın Sivrihisarlı olması da gezi boyunca birçok bilgiyi birinci ağızdan almamı ve Sivrihisar’ı daha yakından tanımamı sağladı. Gökyüzüne kadar uzanan, adeta ilçenin kendinden büyük sarp kayalıklarında beraber dolaştık. Cimri tabirini yapıştırmayı pek bir sevdiğimiz Sivrihisarlıların evlerinde yedik içtik, onlarla güldük ve eğlendik.


Sivrihisar, Eskişehir’in en büyük ilçesi ve merkeze sadece 100 km uzaklıkta. Otogardan saat başı kalkan Sivrihisar arabalarından birine Pazar sabahı saat 9’da biz de biniyoruz. Araba yarı yarıya dolu. Sıcakkanlı şoförümüz Mustafa ağabey ile 1 saat 15 dakika süren yolculuğumuza İbrahim Tatlıses’in Leylim Ley türküsüyle başlıyor yine imparatorun başka bir parçasıyla son veriyoruz.

Sivrihisar deyince akla, şüphesiz ki ilçeye de adını veren dik kayalıklar geliyor. İnsana sanki gökyüzüne uzanıyormuş hissi veren bu dik kayalıklar, Sivrihisar’ın hangi sokağına girerseniz girin mutlaka bir şekilde karşınıza çıkıyor. Sivrihisar, tipik bir Anadolu kenti. Evleri de daha çok bizim tarihi Odunpazarı evlerimize benziyor.



Nasrettin Hoca, Yunus Emre, Hızır Bey, Kral Midas gibi birçok önemli ve büyük ismin de bu ilçeden çıktığı iddia ediliyor. İlçeye Selçukluların yerleştiği dönemde, Sivrihisar’ın o günkü adı Karahisar, ilçeye birçok camii, medrese, hamam gibi eserler yapılmış. Sivrihisar’daki tarihi yapıların büyük bölümü ilçe merkezi etrafında toplanmış durumda. Sabahın erken saatlerinde ilçeye gelirseniz gün içinde tüm bu yerleri gezip görmeniz mümkün.



Bizim ilk durağımız ise Sivrihisar’ın sarp kayalıkları üzerinde bulunan ve bakıldığında hemen yanındaki Türk Bayrağı ile ilçenin hemen her yerinden görülmesi mümkün olan Tarihi Saat Kulesi oluyor. İlçe Kaymakamı Mahmud Bey tarafından 1899 yılında yaptırılan saat kulesinin içinde pirinçten yapılmış bir çan bulunuyor. Bu çan ayda bir kurularak saat kulesinin çalışması sağlanıyor. Saat Kulesi’nin bulunduğu tepeden ise tüm Sivrihisar’ı görebiliyorsunuz. Ancak araba ile gitmenin mümkün olmadığı kuleye tırmanmanın, ertesi günkü ayak ağrılarıma dayanarak, çokta kolay bir şey olmadığını baştan belirtmeliyim.



Saat Kulesi’nin ardından Sivrihisar’ın taş sokakları ve tarih kokan evleri arasında ilerlemeye devam ediyoruz. Merdivenlerinin hemen yanında ön camına TRT amblemi yapıştırılmış siyah bir araba bulunan eski, üç katlı bir evin önüne geliyoruz. Bizi, sesimizi duyarak evinin penceresine çıkan bir adam karşılıyor. Sonradan 43 yıllık bir gazeteci olduğunu öğrendiğimiz bu esmer, uzun boylu ve zarif beyefendinin daveti üzerine evine giriyoruz. Aydoğan Altın 63, evi ise 137 yaşında. Bu yüzyılı devirmiş sıcacık evde Aydoğan beyle birlikte bizi Fatma teyze de karşılıyor.



Fatma teyze tabir yerindeyse Sivrihisar’ın kırık ve çıkık ustası. Anlattığına göre yıllarca tüm komşularına o bakmış, hastalıklarını iyileştirmiş. Aydoğan ağabeyden gazetecilik, Fatma teyzeden ise kırık kolu yerine geri oturtmanın sırlarını öğrendikten sonra bu sefer de Sivrihisar’ın kadınlarının tandırına gidiyoruz.

6 kadın… Ufacık bir odada buluşmuş, tandırda gözleme yapıyorlar. Kahkahaları tandırın tahta kapısının ardından duyuluyor. Tandırın ateşinden mi, bu güzel kadınların neşeli sohbetinden midir bilmem, içerisi sıcacık. Karnımızı bu hamarat kadınların lezzetli ve sıcacık gözlemeleriyle doyuruyor, hep birlikte gülüp eğleniyor ve gezimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Her yıl çok sayıda turist tarafından ziyaret edilen Ermeni Kilise’ne gidiyoruz. Ermeni Kilisesi 1881’de Sivrihisar’da yaşayan Ermeniler tarafından yapılmış. Taş malzemeler kullanılarak yapılan çapraz şekildeki bu binanın ortasında büyük bir kubbe, kubbenin köşelerinde ise iki büyük çan var. Kilisenin giriş kapılarının üzerinde melek şekilleri ve hac işaretleri bulunuyor. Ayrıca yine kilisenin duvarlarında birçok yazıt ve kitabeye de rastlamak mümkün.



Ermeni Kilisesi’nin karşısındaki kayalıkların tepesinde ise Gavur Hamamı bulunuyor. Yine Ermenilerden kalan ancak günümüzde genç aşıkların duvarlarını duygularını dile getirmek için kullandıkları bu hamam, bakımsız ve unutulmuş görüntüsüyle ziyaret edenleri hayal kırıklığına uğratıyor. İlçe halkı Zaimağa Konağı ve Ermeni Kilisesi’nden sonra buranın da Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilmesini istiyor.



Son durağımız Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın restorasyon çalışmalarını yeni bitirdiği ve ilçe halkının gözbebeği durumundaki Zaimağa Konağı. Bakanlar Kurulu, Anadolu’da ilk kez bu konakta, ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün de katılımıyla bu konakta toplanmış. Atatürk’ün Konağı olarak da bilinen Zaimağa Konağı, diğer birçok eser gibi yine ilçenin merkezinde yer alıyor. Sivrihisar’dan Eskişehir’e giden son otobüsün akşam saat 6’da olması sebebiyle biz Zaimağa Konağı’nın yeni restore edilmiş iç yapısını göremeden geri dönmek zorunda kalıyoruz. Ancak olur da bir gün sizin yolunuz Sivrihisar’a düşerse konağın kapısının kitli olmasına aldanmayın. Jandarmayı arayın, onlar gelip sizin için kapıyı açıyor, ziyaretiniz boyunca da size eşlik ederek konak hakkında bilgiler veriyor.



Sivrihisarlılar ile ilgili halk arasında dolaşan pek çok tabirden biridir, 8 kilo yoğurttan 9 kilo darı çıkartmak… Ben, Sivrihisarlı insanlar için bu tip yakıştırmaları uygun görenlere Sivrihisar’a gitmelerini, bu insanların evlerine konuk olmalarını ve onlarla aynı masadan bir kez olsun yemek yemelerini tavsiye ediyorum. Aydoğan Ağabey ve Fatma teyzeye benden selam söylemeyi de unutmayın lütfen.



10 Nisan 2015 Cuma

Ege’nin incisi: İzmir’in ilçeleri


Ege’ye kısa süreli zorunlu uğramalar dışında ilk kez gitme imkânı buluyorum. Rotam sırasıyla İzmir’in ilçe ve bu ilçelere bağlı köyleri olan Selçuk, Efes, Şirince, Urla, Çeşme, Alaçatı ve aslında Aydın’a bağlı olan ancak İzmir’e de oldukça yakın bir konumda bulunan Kuşadası’nı kapsıyor. 3 günlük kısa ilçe gezimde Kuşadası ve Çeşme’de birer gece konaklıyor ve denize girme imkânı buluyor, ardından ise birbirinden güzel anılarımla yeniden evimin, Eskişehir’in, yolunu tutuyorum.  


Buram buram tarih kokan bir bölge: Efes

Efes, İzmir’in Selçuk ilçesinde yer alan ve M.Ö 6000’li yıllara yani taş devrine dayanan bir Antik Kent’tir. Çok sayıda turisti kendine çekmeyi başaran bu kenti yılda ortalama 1.5 milyon yerli ve yabancı turist ziyaret ediyor. Efes, tarihi boyunca pek çok kez yer değiştirdiğinden Antik Kent’in alanı 8 km’lik bir bölgeyi kapsıyor. Eğer yaz aylarında bölgeyi ziyarete gelecekseniz mutlaka rahat ayakkabılar giymenizi, güneş kremi sürmenizi, şapka ve suyunuzu unutmamanızı tavsiye ediyorum. Özellikle öğle saatlerinde güneş ışınlarının mermerlerden yansımasıyla sıcaklık tehlikeli bir boyuta varabiliyor. Ayrıca Efes, tümüyle mermerden yapılmış ilk antik kent olma özelliğini de taşımaktadır.


Efes Antik Kenti’ne doğru keyifli bir keşif yolculuğuna çıkıyorum. Bir açık hava müzesi olarak kullanılan antik kente giriş kişi başı 30 TL. Benim gibi basın kartı olanlar ve Müze Kart sahipleri içinse girişler ücretsiz. Efes Antik Kenti daha önce de belirttiğim gibi oldukça geniş bir alana yayılmış. İzmir ilçeleri gezimin ilk gününün neredeyse tamamını burada geçiriyorum. 



Antik Kent’te pek çok tarihi kalıntı bulunuyor. Bunların tamamına değinmek güç olsa da benim en çok aklımda kalan tarihi kalıntılardan biri Antik Tiyatro oldu. Efes Antik Kenti’nin hemen girişinde bulunan ve Büyük Tiyatro adı da verilen bölgede zamanında meşhur gladyatör gösterileri yapılıyormuş. Bir kısmı yıkılmış olan tiyatronun 24 bin kişilik olduğu da belirtiliyor. Celsius Kütüphanesi ise Antik Kent’teki bir diğer muhteşem yapı. Anlatılana göre Roma dönemi yapılarının en güzellerinden birisi olan yapı hem kütüphane, hem de mezar anıtı görevini üstlenmiş. 106 yılında Efes valisi olan Celsius ölünce, oğlu da kütüphaneyi babasının adına mezar anıtı olarak yaptırmış. Kütüphanede yer alan kitap ruloları ise duvarlardaki nişlerde saklanıyormuş.




Birbirinden ilginç hikâyeler
Efes’in en uzun caddesi olarak bilinen Liman Caddesi ise 600 metrelik bir alanı kaplıyor. Bu cadde Büyük Tiyatro’dan Antik Liman’a kadar uzanıyor ve cadde üzerinde kentin Hristiyanlık döneminde yapılmış çeşitli anıtlar bulunuyor. M.Ö liman olarak kullanılan ve adını da buradan alan caddenin ise şimdi tamamen bir kara parçasından ibaret olduğunu görmek de Efes Antik Kentinin beni oldukça şaşırtan bir diğer özelliğiydi. Efes Antik Kenti’nde hemen hemen her tarihi yapının bizleri şaşırtan bir hikâyesi var. Aralarından en ilginç hikâyeye sahip olanlardan biri de hamam ve tuvaletler. Hamam ve Umumi Tuvalet, Romalıların en önemli sosyal yapılarındandır. Soğuk, ılık ve sıcak kısımları olan bu yapılar Bizans döneminde ise tamir görmüştür. Ortasında havuz olan umumi tuvalet yapısı, M.Ö aynı zamanda toplanma yeri olarak da kullanılmıştır. Tuvaletler kadın ve erkekler tarafından birlikte kullanılmış ve dönemin eski insanları tarihte ilk denilebilecek şarkılarını bu tuvaletlerde söylemişler.


Efes Antik Kenti dışında, ancak yine Selçuk içerisinde yer alan diğer tarihi yerlerin en dikkat çekenleri ise Artemis Tapınağı, Meryem Ana Evi ve Yedi Uyurlar’dır.

Dünyanın yedi harikası: Artemis Tapınağı
Dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen Artemis Tapınağı, antik dünyanın mermerden inşa edilmiş ilk tapınağı olup temelleri MÖ 7. yüzyıla kadar gitmektedir. Tanrıça Artemis'e ithafen Lidya kralı Croesus tarafından yaptırılan yapı, dönemin en büyük heykeltıraşları tarafından yapılmış olan bronz heykellerle süslenmiştir. Tapınak hem bir pazaryeri, hem de bir dini müessese olarak kullanılıyormuş. Artemis Tapınağı MÖ 21 Temmuz 356'da adını ölümsüzleştirmek isteyen Herostratus adlı bir Yunan tarafından yakılmış. Bu sebeple tapınaktan günümüze sadece birkaç mermer blok kalmış.

Meryem Ana Evi ise Bülbüldağı’nda yer alıyor. Meryem Ana Evi, İsa’nın annesi Meryem'in son yıllarını geçirdiğine inanılan kilise olarak karşımıza çıkıyor. Bu ev, Hristiyanlar için bir nevi hac yeridir ve tarih boyunca bazı papalar tarafından da ziyaret edilmiştir. Kimi kesimlerce Meryem Ana’nın burada öldüğüne ve mezarının da Bülbüldağı'nda olduğuna inanılıyor. Meryem Ana Evi'nin hemen alt kısmında da ziyaretçilerin dilek ve isteklerini kağıt ve peçetelere yazarak astıkları bir duvar bulunuyor. Yine dileyen ziyaretçiler Meryem Ana'nın evinden aldıkları mumları yakarak hemen evin dışında yer alan ve içinde kum bulunan cam fanuslara dilek dileyerek bırakabiliyorlar.


Yine bir efsane: Yedi Uyurlar
Bizans döneminde mezar kilisesi haline getirilmiş olan Yedi Uyurlar, diğer adıyla ise Ashab-ı Kehf, Geç Roma zamanında putperestlerin zulmünden kaçan yedi Hristiyan gencin sığındıkları rivayet edilen mağara olarak biliniyor. Yedi Uyurlar’a çıkmak için yolların dar ve alanın korunuyor olması sebebiyle kendi aracınızı kullanmanız mümkün değil. Yedi Uyurlar tepesine çıkabilmeniz için ya yürümeniz ya da hemen alanın girişinde bulunan at arabalarını tercih etmeniz gerekiyor. Dünya üzerinde ilgili mağaranın kendi sınırları içinde olduğunu iddia eden 33 kent olmasına karşın, Hristiyan kaynaklarının çoğuna göre doğru kent Hristiyanlarca kutsal sayılan Efes'tir. 
Efes'teki bu mağaranın üstüne bir kilise yapılmış ve sonraki dönemlerde yapılan kazılarda hem bu kilise hem de 5 ve 6. yüzyıla ait olan mezarlar bulunmuş. Yedi Uyurlar'a ithaf edilmiş yazıtlar ise hem mezarlarda hem de kilise duvarlarında yer almaktadır. Yedi Uyurlar’a girebilmek için girişte 5 TL gibi ufak bir ücret ödemeniz gerekiyor. Bölgenin sorumlusu bana içerideki gezimde eşlik ediyor, Yedi Uyurlar Mağarası’nı ise elimizdeki fenerler sayesinde daha net bir şekilde keşfediyoruz. Yedi Uyurlar Tepesi’nin altında oldukça şık dizayn edilmiş doğayla iç içe bir kahve var. Tepe’ye çıkarken ve mağarayı gezerkenki yorgunluğunuzu da geri dönüşte bu kahvede bir çay içerek atabilirsiniz.


Şirince’nin şirin evleri

Adı efsanelere sık sık konu olan ve kıyametin uğramayacağı yer olarak adlandırılan Şirince, aynı ismi gibi son derece şirin küçük bir köy. Köyün bu denli gelişmiş olması sebebiyle de bölgede çok sayıda turiste rastlamanız mümkün. Muhteşem doğası, zeytin ağaçları, üzüm bağları ve elbette şaraplarıyla ünlü olan bu köy, size adeta huzuru vadediyor. Rum mimarisine uygun biçimde yapılmış evler ise Şirince denildiğinde ilk akla gelenlerden biri oluyor.




Midenize bayram yaptıracak bir köy

Tüm ege insanı gibi içten ve samimi olan Şirince halkı, köydeki gezimde de bana yardımcı oluyor. Hemen hemen bütün yolların yine köy meydanına çıkması sebebiyle isteseniz de Şirince’de yolunuzu kaybetmeniz pek mümkün değil. Köyü tepeden gören bir restoranta çıkıyor ve garsonların da tavsiyeleriyle Şirince’ye özgü çeşitli şarapların tadına bakıyorum. Karar kıldığım bir şarabı yudumlarken diğer taraftan da insana kalemle çizilmiş hissi uyandıran Rus evlerini ve onları tamamlayan zeytin ağaçlarını seyre dalıyorum. Kısa bir molanın ardından köy meydanına iniyor ve çarşıyı geziyorum. Köy halkının el emeklerinin satıldığı meydanda en çok dikkatimi çeken çeşitli reçeller oluyor. Küçük kavanozlarda rengârenk satılan reçellerden tadıyorum. Köşedeki köy kahvesinde kumda pişirilmiş Türk kahvesi içiyor, köyün kadınlarının hazırladığı gözlemelerden yiyor ve Şirince’deki şahane turumu mide bayramımla tamamlıyorum.





Masalımsı bir yerleşim yeri: Urla
İzmir’in şahane ilçelerinden biri olan ve doğa ile denizin tarihle kucaklaştığı masalımsı bir yerleşim yeri olarak tanımlanan Urla, eşsiz güzellikleriyle kendini asla mahcup etmiyor. İlçe merkezi biraz atıl durumda kalmış ve çok sayıda binaya ev sahipliği yapıyor olsa da kıyı şeridi ve tertemiz denizi ile gönlünüzü yeniden kazanmayı başarıyor. Urla’da yol boyu uzanan zeytin bahçelerine ve ilçe halkının sık sık yaptığını öğrendiğim bir hamur işi çeşidi olan katmerlerin mis gibi kokularına tanık oluyorsunuz. Karantina ve Yassıca Adası ‘nın da yer aldığı ve yolumun üzerinde bulunan Urla’ya kısa bir mola vermek için uğruyor ve daha önceden ismini duyarak defterime not ettiğim Çeşmealtı’nda bulunan Güvendik Tepesi’ne çıkıyorum. Yollarda yeterli bilgi olmaması sebebiyle tepenin yolunu bulmanız biraz zor ve zahmetli olsa da ulaştığınızda karşılaştığınız manzara size yolculuğun tüm zahmetini unutturacak cinsten oluyor. Tepede biraz şiddetli esen rüzgâr size pek rahat vermese de, Güvendik Tepesi’nde bulunan restorantta manzara eşliğinde keyifli bir biçimde kahvenizi yudumlayabilirsiniz.





Tertemiz denizi ile Çeşme

Çeşme’de tarihe dokunmak isteyenler ilçe merkezinde yer alan Çeşme Kalesi’ni görebilir ve kale içinde yer alan Çeşme Arkeoloji Müzesi’ni ziyaret edebilirler. Erythrai Antik Kenti de, Çeşme’de bulunan bir diğer tarihi bölge. Çeşme’de denize girmek isteyenler için ise genellikle iki seçenek yani Ilıca Plajı ve Aya Yorgi Koyu öne çıkıyor. Ben denize girmek için Aya Yorgi Koyu’nda bulunan beach clublardan birini tercih ediyorum. Daha sonra Çeşme’de son derece popüler olduğunu öğrendiğim bu beach clublarda hafta sonu denize girebilmek için en az birkaç gün önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyormuş. Clubların girişi ise ücretli. Benim tercih ettiğim bölgenin girişi 30 TL idi. Ödediğiniz ücret tüm günü kapsıyor ancak giriş dışında içeride size herhangi bir ekstra hizmet sunulmuyor. Ayrıca belirtmeliyim ki, Çeşme’nin koyları ve denizi tertemiz ancak denizin suyu bir hayli soğuk.






Rengârenk bir dünya: Alaçatı

Adını çok kereler duyduğum, gitmeyi çok istediğim ancak nihayetine bir türlü kavuşturamadığım bir yerdi Alaçatı. Gittiğimde ise bu kadar geç kaldığım için kendime kızdım durdum. Eğer sessizlikle karmaşayı bir arada sevenlerdenseniz, hem doğanın huzurlu dinlendiriciliğinden hem de eğlencenin dinamikliğinden vazgeçemiyorsanız, renklere bayılıyor ve kendinizi ağız tadına düşkün biri olarak tanımlıyorsanız Alaçatı kesinlikle size göre diyebilirim. Dar ve cıvıl cıvıl sokakları, rengârenk evleri ve bu evleri kaplamış çiçekleri, güler yüzlü esnafı ve halkı, birbirinden lezzetli yemekleri, sayısız ve şık cafe ve restorantları ile Alaçatı insana kendini harikalar diyarında hissettiren bir yer olarak karşımıza çıkıyor.







Alaçatı’nın dar sokaklarında yer alan taş binaların arasında dolaşırken hem evlerin zevkli dekorasyonları hem de her biri farklı biçimde düzenlenmiş cafeler dikkatimi çekiyor. Birçok cafe ve dükkânda çeşitli süs eşyaları satılıyor, antika eşyaların yer aldığı dükkânlar da Alaçatı’da son derece revaçta. Satılan eşyalar öylesine özenle seçilmiş ve zevkli parçalar ki dükkânların küçücük olmasına rağmen içerisinde geçirdiğiniz vakit saatleri bulabiliyor. Alaçatı’nın yemekleri de tüm Ege’de olduğu gibi oldukça lezzetli. Alaçatı’yı farklı kılan özelliklerden biri de, yemeğinizi yerken bir diğer restoranttaki müşterilerle yahut sokakta yürüyen insanlarla neredeyse birlikteymiş gibi hissediyor oluşunuz. Son olarak gündüzü ayrı, gecesi ayrı keyifli bir köy olan Alaçatı için, hem eğlenmek hem de dinlenmek isteyenler için biçilmiş kaftan bir tatil mekânı diyebiliriz.