Ege’ye kısa süreli zorunlu uğramalar dışında ilk kez gitme
imkânı buluyorum. Rotam sırasıyla İzmir’in ilçe ve bu ilçelere bağlı köyleri
olan Selçuk, Efes, Şirince, Urla, Çeşme, Alaçatı ve aslında Aydın’a bağlı olan
ancak İzmir’e de oldukça yakın bir konumda bulunan Kuşadası’nı kapsıyor. 3
günlük kısa ilçe gezimde Kuşadası ve Çeşme’de birer gece konaklıyor ve denize
girme imkânı buluyor, ardından ise birbirinden güzel anılarımla yeniden evimin,
Eskişehir’in, yolunu tutuyorum.
Buram buram tarih
kokan bir bölge: Efes
Efes, İzmir’in Selçuk ilçesinde yer alan ve M.Ö 6000’li
yıllara yani taş devrine dayanan bir Antik Kent’tir. Çok sayıda turisti kendine
çekmeyi başaran bu kenti yılda ortalama 1.5 milyon yerli ve yabancı turist
ziyaret ediyor. Efes, tarihi boyunca pek çok kez yer değiştirdiğinden Antik
Kent’in alanı 8 km’lik bir bölgeyi kapsıyor. Eğer yaz aylarında bölgeyi
ziyarete gelecekseniz mutlaka rahat ayakkabılar giymenizi, güneş kremi
sürmenizi, şapka ve suyunuzu unutmamanızı tavsiye ediyorum. Özellikle öğle
saatlerinde güneş ışınlarının mermerlerden yansımasıyla sıcaklık tehlikeli bir
boyuta varabiliyor. Ayrıca Efes, tümüyle mermerden yapılmış ilk antik kent olma
özelliğini de taşımaktadır.
Efes Antik Kenti’ne doğru
keyifli bir keşif yolculuğuna çıkıyorum. Bir açık hava müzesi olarak kullanılan
antik kente giriş kişi başı 30 TL. Benim gibi basın kartı olanlar ve Müze Kart
sahipleri içinse girişler ücretsiz. Efes Antik Kenti daha önce de belirttiğim
gibi oldukça geniş bir alana yayılmış. İzmir ilçeleri gezimin ilk gününün
neredeyse tamamını burada geçiriyorum.
Antik Kent’te pek çok tarihi kalıntı
bulunuyor. Bunların tamamına değinmek güç olsa da benim en çok aklımda kalan
tarihi kalıntılardan biri Antik Tiyatro oldu. Efes Antik Kenti’nin hemen
girişinde bulunan ve Büyük Tiyatro adı da verilen bölgede zamanında meşhur
gladyatör gösterileri yapılıyormuş. Bir kısmı yıkılmış olan tiyatronun 24 bin
kişilik olduğu da belirtiliyor. Celsius Kütüphanesi ise Antik Kent’teki bir
diğer muhteşem yapı. Anlatılana göre Roma dönemi yapılarının en
güzellerinden birisi olan yapı hem kütüphane, hem de mezar anıtı görevini
üstlenmiş. 106 yılında Efes valisi olan Celsius ölünce, oğlu da kütüphaneyi
babasının adına mezar anıtı olarak yaptırmış. Kütüphanede yer alan kitap
ruloları ise duvarlardaki nişlerde saklanıyormuş.
Birbirinden ilginç hikâyeler
Efes’in
en uzun caddesi olarak bilinen Liman Caddesi ise 600 metrelik bir alanı
kaplıyor. Bu cadde Büyük Tiyatro’dan Antik Liman’a kadar uzanıyor ve cadde
üzerinde kentin Hristiyanlık döneminde yapılmış çeşitli anıtlar bulunuyor. M.Ö
liman olarak kullanılan ve adını da buradan alan caddenin ise şimdi tamamen bir
kara parçasından ibaret olduğunu görmek de Efes Antik Kentinin beni oldukça şaşırtan
bir diğer özelliğiydi. Efes Antik Kenti’nde hemen hemen her tarihi yapının
bizleri şaşırtan bir hikâyesi var. Aralarından en ilginç hikâyeye sahip
olanlardan biri de hamam ve tuvaletler. Hamam
ve Umumi Tuvalet, Romalıların en önemli sosyal yapılarındandır. Soğuk,
ılık ve sıcak kısımları olan bu yapılar Bizans döneminde ise tamir görmüştür.
Ortasında havuz olan umumi tuvalet yapısı, M.Ö aynı zamanda toplanma yeri
olarak da kullanılmıştır. Tuvaletler kadın ve erkekler tarafından birlikte
kullanılmış ve dönemin eski insanları tarihte ilk denilebilecek şarkılarını bu
tuvaletlerde söylemişler.
Efes
Antik Kenti dışında, ancak yine Selçuk içerisinde yer alan diğer tarihi yerlerin
en dikkat çekenleri ise Artemis Tapınağı, Meryem Ana Evi ve Yedi
Uyurlar’dır.
Dünyanın yedi harikası: Artemis Tapınağı
Dünyanın yedi harikasından
biri olarak kabul edilen Artemis Tapınağı, antik dünyanın mermerden inşa edilmiş ilk tapınağı olup temelleri MÖ 7.
yüzyıla kadar gitmektedir. Tanrıça Artemis'e
ithafen Lidya kralı Croesus tarafından yaptırılan yapı, dönemin en büyük heykeltıraşları
tarafından yapılmış olan bronz heykellerle süslenmiştir. Tapınak hem bir
pazaryeri, hem de bir dini müessese olarak kullanılıyormuş. Artemis Tapınağı MÖ 21 Temmuz 356'da
adını ölümsüzleştirmek isteyen Herostratus adlı bir Yunan tarafından yakılmış. Bu
sebeple tapınaktan günümüze sadece birkaç mermer blok kalmış.
Meryem Ana Evi ise Bülbüldağı’nda yer alıyor. Meryem
Ana Evi, İsa’nın annesi Meryem'in son yıllarını geçirdiğine
inanılan kilise olarak karşımıza çıkıyor. Bu ev, Hristiyanlar için bir nevi hac yeridir ve tarih boyunca bazı
papalar tarafından da ziyaret edilmiştir. Kimi kesimlerce Meryem Ana’nın burada
öldüğüne ve mezarının da Bülbüldağı'nda olduğuna inanılıyor. Meryem Ana Evi'nin hemen alt kısmında da ziyaretçilerin dilek ve isteklerini kağıt ve peçetelere yazarak astıkları bir duvar bulunuyor. Yine dileyen ziyaretçiler Meryem Ana'nın evinden aldıkları mumları yakarak hemen evin dışında yer alan ve içinde kum bulunan cam fanuslara dilek dileyerek bırakabiliyorlar.
Yine bir efsane: Yedi Uyurlar
Bizans döneminde mezar kilisesi haline getirilmiş olan Yedi Uyurlar, diğer
adıyla ise Ashab-ı Kehf, Geç Roma zamanında putperestlerin zulmünden kaçan yedi
Hristiyan gencin sığındıkları rivayet edilen mağara olarak biliniyor. Yedi
Uyurlar’a çıkmak için yolların dar ve alanın korunuyor olması sebebiyle kendi
aracınızı kullanmanız mümkün değil. Yedi Uyurlar tepesine çıkabilmeniz için ya
yürümeniz ya da hemen alanın girişinde bulunan at arabalarını tercih etmeniz
gerekiyor. Dünya üzerinde ilgili mağaranın kendi sınırları içinde olduğunu
iddia eden 33 kent olmasına karşın, Hristiyan kaynaklarının çoğuna göre doğru
kent Hristiyanlarca kutsal sayılan Efes'tir.
Efes'teki bu mağaranın üstüne bir
kilise yapılmış ve sonraki dönemlerde yapılan kazılarda hem bu kilise hem de 5
ve 6. yüzyıla ait olan mezarlar bulunmuş. Yedi Uyurlar'a ithaf edilmiş yazıtlar
ise hem mezarlarda hem de kilise duvarlarında yer almaktadır. Yedi Uyurlar’a
girebilmek için girişte 5 TL gibi ufak bir ücret ödemeniz gerekiyor. Bölgenin
sorumlusu bana içerideki gezimde eşlik ediyor, Yedi Uyurlar Mağarası’nı ise
elimizdeki fenerler sayesinde daha net bir şekilde keşfediyoruz. Yedi Uyurlar
Tepesi’nin altında oldukça şık dizayn edilmiş doğayla iç içe bir kahve var.
Tepe’ye çıkarken ve mağarayı gezerkenki yorgunluğunuzu da geri dönüşte bu
kahvede bir çay içerek atabilirsiniz.
Şirince’nin şirin
evleri
Adı efsanelere sık sık konu olan ve kıyametin uğramayacağı
yer olarak adlandırılan Şirince, aynı ismi gibi son derece şirin küçük bir köy.
Köyün bu denli gelişmiş olması sebebiyle de bölgede çok sayıda turiste
rastlamanız mümkün. Muhteşem doğası, zeytin ağaçları, üzüm bağları ve elbette
şaraplarıyla ünlü olan bu köy, size adeta huzuru vadediyor. Rum mimarisine
uygun biçimde yapılmış evler ise Şirince denildiğinde ilk akla gelenlerden biri
oluyor.
Midenize bayram
yaptıracak bir köy
Tüm ege insanı gibi içten ve samimi olan Şirince halkı,
köydeki gezimde de bana yardımcı oluyor. Hemen hemen bütün yolların yine köy
meydanına çıkması sebebiyle isteseniz de Şirince’de yolunuzu kaybetmeniz pek
mümkün değil. Köyü tepeden gören bir restoranta çıkıyor ve garsonların da
tavsiyeleriyle Şirince’ye özgü çeşitli şarapların tadına bakıyorum. Karar
kıldığım bir şarabı yudumlarken diğer taraftan da insana kalemle çizilmiş hissi
uyandıran Rus evlerini ve onları tamamlayan zeytin ağaçlarını seyre dalıyorum.
Kısa bir molanın ardından köy meydanına iniyor ve çarşıyı geziyorum. Köy
halkının el emeklerinin satıldığı meydanda en çok dikkatimi çeken çeşitli
reçeller oluyor. Küçük kavanozlarda rengârenk satılan reçellerden tadıyorum.
Köşedeki köy kahvesinde kumda pişirilmiş Türk kahvesi içiyor, köyün
kadınlarının hazırladığı gözlemelerden yiyor ve Şirince’deki şahane turumu mide
bayramımla tamamlıyorum.
Masalımsı bir yerleşim
yeri: Urla
İzmir’in şahane ilçelerinden biri olan ve doğa ile denizin
tarihle kucaklaştığı masalımsı bir yerleşim yeri olarak tanımlanan Urla, eşsiz
güzellikleriyle kendini asla mahcup etmiyor. İlçe merkezi biraz atıl durumda
kalmış ve çok sayıda binaya ev sahipliği yapıyor olsa da kıyı şeridi ve
tertemiz denizi ile gönlünüzü yeniden kazanmayı başarıyor. Urla’da yol boyu
uzanan zeytin bahçelerine ve ilçe halkının sık sık yaptığını öğrendiğim bir hamur
işi çeşidi olan katmerlerin mis gibi kokularına tanık oluyorsunuz. Karantina ve
Yassıca Adası ‘nın da yer aldığı ve yolumun üzerinde bulunan Urla’ya kısa bir
mola vermek için uğruyor ve daha önceden ismini duyarak defterime not ettiğim Çeşmealtı’nda
bulunan Güvendik Tepesi’ne çıkıyorum. Yollarda yeterli bilgi olmaması sebebiyle
tepenin yolunu bulmanız biraz zor ve zahmetli olsa da ulaştığınızda
karşılaştığınız manzara size yolculuğun tüm zahmetini unutturacak cinsten
oluyor. Tepede biraz şiddetli esen rüzgâr size pek rahat vermese de, Güvendik
Tepesi’nde bulunan restorantta manzara eşliğinde keyifli bir biçimde kahvenizi
yudumlayabilirsiniz.
Tertemiz denizi ile
Çeşme
Çeşme’de tarihe dokunmak isteyenler ilçe merkezinde yer alan
Çeşme Kalesi’ni görebilir ve kale içinde yer alan Çeşme Arkeoloji Müzesi’ni
ziyaret edebilirler. Erythrai Antik Kenti de, Çeşme’de bulunan bir diğer tarihi
bölge. Çeşme’de denize girmek isteyenler için ise genellikle iki seçenek yani
Ilıca Plajı ve Aya Yorgi Koyu öne çıkıyor. Ben denize girmek için Aya Yorgi
Koyu’nda bulunan beach clublardan birini tercih ediyorum. Daha sonra Çeşme’de
son derece popüler olduğunu öğrendiğim bu beach clublarda hafta sonu denize
girebilmek için en az birkaç gün önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyormuş.
Clubların girişi ise ücretli. Benim tercih ettiğim bölgenin girişi 30 TL idi.
Ödediğiniz ücret tüm günü kapsıyor ancak giriş dışında içeride size herhangi
bir ekstra hizmet sunulmuyor. Ayrıca belirtmeliyim ki, Çeşme’nin koyları ve
denizi tertemiz ancak denizin suyu bir hayli soğuk.
Rengârenk bir dünya:
Alaçatı
Adını çok kereler duyduğum, gitmeyi çok istediğim ancak
nihayetine bir türlü kavuşturamadığım bir yerdi Alaçatı. Gittiğimde ise bu
kadar geç kaldığım için kendime kızdım durdum. Eğer sessizlikle karmaşayı bir
arada sevenlerdenseniz, hem doğanın huzurlu dinlendiriciliğinden hem de
eğlencenin dinamikliğinden vazgeçemiyorsanız, renklere bayılıyor ve kendinizi
ağız tadına düşkün biri olarak tanımlıyorsanız Alaçatı kesinlikle size göre
diyebilirim. Dar ve cıvıl cıvıl sokakları, rengârenk evleri ve bu evleri
kaplamış çiçekleri, güler yüzlü esnafı ve halkı, birbirinden lezzetli
yemekleri, sayısız ve şık cafe ve restorantları ile Alaçatı insana kendini
harikalar diyarında hissettiren bir yer olarak karşımıza çıkıyor.
Alaçatı’nın dar sokaklarında yer alan taş binaların arasında
dolaşırken hem evlerin zevkli dekorasyonları hem de her biri farklı biçimde
düzenlenmiş cafeler dikkatimi çekiyor. Birçok cafe ve dükkânda çeşitli süs
eşyaları satılıyor, antika eşyaların yer aldığı dükkânlar da Alaçatı’da son
derece revaçta. Satılan eşyalar öylesine özenle seçilmiş ve zevkli parçalar ki dükkânların
küçücük olmasına rağmen içerisinde geçirdiğiniz vakit saatleri bulabiliyor. Alaçatı’nın
yemekleri de tüm Ege’de olduğu gibi oldukça lezzetli. Alaçatı’yı farklı kılan
özelliklerden biri de, yemeğinizi yerken bir diğer restoranttaki müşterilerle
yahut sokakta yürüyen insanlarla neredeyse birlikteymiş gibi hissediyor
oluşunuz. Son olarak gündüzü ayrı, gecesi ayrı keyifli bir köy olan Alaçatı
için, hem eğlenmek hem de dinlenmek isteyenler için biçilmiş kaftan bir tatil
mekânı diyebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder