10 Nisan 2015 Cuma

Ege’nin incisi: İzmir’in ilçeleri


Ege’ye kısa süreli zorunlu uğramalar dışında ilk kez gitme imkânı buluyorum. Rotam sırasıyla İzmir’in ilçe ve bu ilçelere bağlı köyleri olan Selçuk, Efes, Şirince, Urla, Çeşme, Alaçatı ve aslında Aydın’a bağlı olan ancak İzmir’e de oldukça yakın bir konumda bulunan Kuşadası’nı kapsıyor. 3 günlük kısa ilçe gezimde Kuşadası ve Çeşme’de birer gece konaklıyor ve denize girme imkânı buluyor, ardından ise birbirinden güzel anılarımla yeniden evimin, Eskişehir’in, yolunu tutuyorum.  


Buram buram tarih kokan bir bölge: Efes

Efes, İzmir’in Selçuk ilçesinde yer alan ve M.Ö 6000’li yıllara yani taş devrine dayanan bir Antik Kent’tir. Çok sayıda turisti kendine çekmeyi başaran bu kenti yılda ortalama 1.5 milyon yerli ve yabancı turist ziyaret ediyor. Efes, tarihi boyunca pek çok kez yer değiştirdiğinden Antik Kent’in alanı 8 km’lik bir bölgeyi kapsıyor. Eğer yaz aylarında bölgeyi ziyarete gelecekseniz mutlaka rahat ayakkabılar giymenizi, güneş kremi sürmenizi, şapka ve suyunuzu unutmamanızı tavsiye ediyorum. Özellikle öğle saatlerinde güneş ışınlarının mermerlerden yansımasıyla sıcaklık tehlikeli bir boyuta varabiliyor. Ayrıca Efes, tümüyle mermerden yapılmış ilk antik kent olma özelliğini de taşımaktadır.


Efes Antik Kenti’ne doğru keyifli bir keşif yolculuğuna çıkıyorum. Bir açık hava müzesi olarak kullanılan antik kente giriş kişi başı 30 TL. Benim gibi basın kartı olanlar ve Müze Kart sahipleri içinse girişler ücretsiz. Efes Antik Kenti daha önce de belirttiğim gibi oldukça geniş bir alana yayılmış. İzmir ilçeleri gezimin ilk gününün neredeyse tamamını burada geçiriyorum. 



Antik Kent’te pek çok tarihi kalıntı bulunuyor. Bunların tamamına değinmek güç olsa da benim en çok aklımda kalan tarihi kalıntılardan biri Antik Tiyatro oldu. Efes Antik Kenti’nin hemen girişinde bulunan ve Büyük Tiyatro adı da verilen bölgede zamanında meşhur gladyatör gösterileri yapılıyormuş. Bir kısmı yıkılmış olan tiyatronun 24 bin kişilik olduğu da belirtiliyor. Celsius Kütüphanesi ise Antik Kent’teki bir diğer muhteşem yapı. Anlatılana göre Roma dönemi yapılarının en güzellerinden birisi olan yapı hem kütüphane, hem de mezar anıtı görevini üstlenmiş. 106 yılında Efes valisi olan Celsius ölünce, oğlu da kütüphaneyi babasının adına mezar anıtı olarak yaptırmış. Kütüphanede yer alan kitap ruloları ise duvarlardaki nişlerde saklanıyormuş.




Birbirinden ilginç hikâyeler
Efes’in en uzun caddesi olarak bilinen Liman Caddesi ise 600 metrelik bir alanı kaplıyor. Bu cadde Büyük Tiyatro’dan Antik Liman’a kadar uzanıyor ve cadde üzerinde kentin Hristiyanlık döneminde yapılmış çeşitli anıtlar bulunuyor. M.Ö liman olarak kullanılan ve adını da buradan alan caddenin ise şimdi tamamen bir kara parçasından ibaret olduğunu görmek de Efes Antik Kentinin beni oldukça şaşırtan bir diğer özelliğiydi. Efes Antik Kenti’nde hemen hemen her tarihi yapının bizleri şaşırtan bir hikâyesi var. Aralarından en ilginç hikâyeye sahip olanlardan biri de hamam ve tuvaletler. Hamam ve Umumi Tuvalet, Romalıların en önemli sosyal yapılarındandır. Soğuk, ılık ve sıcak kısımları olan bu yapılar Bizans döneminde ise tamir görmüştür. Ortasında havuz olan umumi tuvalet yapısı, M.Ö aynı zamanda toplanma yeri olarak da kullanılmıştır. Tuvaletler kadın ve erkekler tarafından birlikte kullanılmış ve dönemin eski insanları tarihte ilk denilebilecek şarkılarını bu tuvaletlerde söylemişler.


Efes Antik Kenti dışında, ancak yine Selçuk içerisinde yer alan diğer tarihi yerlerin en dikkat çekenleri ise Artemis Tapınağı, Meryem Ana Evi ve Yedi Uyurlar’dır.

Dünyanın yedi harikası: Artemis Tapınağı
Dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen Artemis Tapınağı, antik dünyanın mermerden inşa edilmiş ilk tapınağı olup temelleri MÖ 7. yüzyıla kadar gitmektedir. Tanrıça Artemis'e ithafen Lidya kralı Croesus tarafından yaptırılan yapı, dönemin en büyük heykeltıraşları tarafından yapılmış olan bronz heykellerle süslenmiştir. Tapınak hem bir pazaryeri, hem de bir dini müessese olarak kullanılıyormuş. Artemis Tapınağı MÖ 21 Temmuz 356'da adını ölümsüzleştirmek isteyen Herostratus adlı bir Yunan tarafından yakılmış. Bu sebeple tapınaktan günümüze sadece birkaç mermer blok kalmış.

Meryem Ana Evi ise Bülbüldağı’nda yer alıyor. Meryem Ana Evi, İsa’nın annesi Meryem'in son yıllarını geçirdiğine inanılan kilise olarak karşımıza çıkıyor. Bu ev, Hristiyanlar için bir nevi hac yeridir ve tarih boyunca bazı papalar tarafından da ziyaret edilmiştir. Kimi kesimlerce Meryem Ana’nın burada öldüğüne ve mezarının da Bülbüldağı'nda olduğuna inanılıyor. Meryem Ana Evi'nin hemen alt kısmında da ziyaretçilerin dilek ve isteklerini kağıt ve peçetelere yazarak astıkları bir duvar bulunuyor. Yine dileyen ziyaretçiler Meryem Ana'nın evinden aldıkları mumları yakarak hemen evin dışında yer alan ve içinde kum bulunan cam fanuslara dilek dileyerek bırakabiliyorlar.


Yine bir efsane: Yedi Uyurlar
Bizans döneminde mezar kilisesi haline getirilmiş olan Yedi Uyurlar, diğer adıyla ise Ashab-ı Kehf, Geç Roma zamanında putperestlerin zulmünden kaçan yedi Hristiyan gencin sığındıkları rivayet edilen mağara olarak biliniyor. Yedi Uyurlar’a çıkmak için yolların dar ve alanın korunuyor olması sebebiyle kendi aracınızı kullanmanız mümkün değil. Yedi Uyurlar tepesine çıkabilmeniz için ya yürümeniz ya da hemen alanın girişinde bulunan at arabalarını tercih etmeniz gerekiyor. Dünya üzerinde ilgili mağaranın kendi sınırları içinde olduğunu iddia eden 33 kent olmasına karşın, Hristiyan kaynaklarının çoğuna göre doğru kent Hristiyanlarca kutsal sayılan Efes'tir. 
Efes'teki bu mağaranın üstüne bir kilise yapılmış ve sonraki dönemlerde yapılan kazılarda hem bu kilise hem de 5 ve 6. yüzyıla ait olan mezarlar bulunmuş. Yedi Uyurlar'a ithaf edilmiş yazıtlar ise hem mezarlarda hem de kilise duvarlarında yer almaktadır. Yedi Uyurlar’a girebilmek için girişte 5 TL gibi ufak bir ücret ödemeniz gerekiyor. Bölgenin sorumlusu bana içerideki gezimde eşlik ediyor, Yedi Uyurlar Mağarası’nı ise elimizdeki fenerler sayesinde daha net bir şekilde keşfediyoruz. Yedi Uyurlar Tepesi’nin altında oldukça şık dizayn edilmiş doğayla iç içe bir kahve var. Tepe’ye çıkarken ve mağarayı gezerkenki yorgunluğunuzu da geri dönüşte bu kahvede bir çay içerek atabilirsiniz.


Şirince’nin şirin evleri

Adı efsanelere sık sık konu olan ve kıyametin uğramayacağı yer olarak adlandırılan Şirince, aynı ismi gibi son derece şirin küçük bir köy. Köyün bu denli gelişmiş olması sebebiyle de bölgede çok sayıda turiste rastlamanız mümkün. Muhteşem doğası, zeytin ağaçları, üzüm bağları ve elbette şaraplarıyla ünlü olan bu köy, size adeta huzuru vadediyor. Rum mimarisine uygun biçimde yapılmış evler ise Şirince denildiğinde ilk akla gelenlerden biri oluyor.




Midenize bayram yaptıracak bir köy

Tüm ege insanı gibi içten ve samimi olan Şirince halkı, köydeki gezimde de bana yardımcı oluyor. Hemen hemen bütün yolların yine köy meydanına çıkması sebebiyle isteseniz de Şirince’de yolunuzu kaybetmeniz pek mümkün değil. Köyü tepeden gören bir restoranta çıkıyor ve garsonların da tavsiyeleriyle Şirince’ye özgü çeşitli şarapların tadına bakıyorum. Karar kıldığım bir şarabı yudumlarken diğer taraftan da insana kalemle çizilmiş hissi uyandıran Rus evlerini ve onları tamamlayan zeytin ağaçlarını seyre dalıyorum. Kısa bir molanın ardından köy meydanına iniyor ve çarşıyı geziyorum. Köy halkının el emeklerinin satıldığı meydanda en çok dikkatimi çeken çeşitli reçeller oluyor. Küçük kavanozlarda rengârenk satılan reçellerden tadıyorum. Köşedeki köy kahvesinde kumda pişirilmiş Türk kahvesi içiyor, köyün kadınlarının hazırladığı gözlemelerden yiyor ve Şirince’deki şahane turumu mide bayramımla tamamlıyorum.





Masalımsı bir yerleşim yeri: Urla
İzmir’in şahane ilçelerinden biri olan ve doğa ile denizin tarihle kucaklaştığı masalımsı bir yerleşim yeri olarak tanımlanan Urla, eşsiz güzellikleriyle kendini asla mahcup etmiyor. İlçe merkezi biraz atıl durumda kalmış ve çok sayıda binaya ev sahipliği yapıyor olsa da kıyı şeridi ve tertemiz denizi ile gönlünüzü yeniden kazanmayı başarıyor. Urla’da yol boyu uzanan zeytin bahçelerine ve ilçe halkının sık sık yaptığını öğrendiğim bir hamur işi çeşidi olan katmerlerin mis gibi kokularına tanık oluyorsunuz. Karantina ve Yassıca Adası ‘nın da yer aldığı ve yolumun üzerinde bulunan Urla’ya kısa bir mola vermek için uğruyor ve daha önceden ismini duyarak defterime not ettiğim Çeşmealtı’nda bulunan Güvendik Tepesi’ne çıkıyorum. Yollarda yeterli bilgi olmaması sebebiyle tepenin yolunu bulmanız biraz zor ve zahmetli olsa da ulaştığınızda karşılaştığınız manzara size yolculuğun tüm zahmetini unutturacak cinsten oluyor. Tepede biraz şiddetli esen rüzgâr size pek rahat vermese de, Güvendik Tepesi’nde bulunan restorantta manzara eşliğinde keyifli bir biçimde kahvenizi yudumlayabilirsiniz.





Tertemiz denizi ile Çeşme

Çeşme’de tarihe dokunmak isteyenler ilçe merkezinde yer alan Çeşme Kalesi’ni görebilir ve kale içinde yer alan Çeşme Arkeoloji Müzesi’ni ziyaret edebilirler. Erythrai Antik Kenti de, Çeşme’de bulunan bir diğer tarihi bölge. Çeşme’de denize girmek isteyenler için ise genellikle iki seçenek yani Ilıca Plajı ve Aya Yorgi Koyu öne çıkıyor. Ben denize girmek için Aya Yorgi Koyu’nda bulunan beach clublardan birini tercih ediyorum. Daha sonra Çeşme’de son derece popüler olduğunu öğrendiğim bu beach clublarda hafta sonu denize girebilmek için en az birkaç gün önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyormuş. Clubların girişi ise ücretli. Benim tercih ettiğim bölgenin girişi 30 TL idi. Ödediğiniz ücret tüm günü kapsıyor ancak giriş dışında içeride size herhangi bir ekstra hizmet sunulmuyor. Ayrıca belirtmeliyim ki, Çeşme’nin koyları ve denizi tertemiz ancak denizin suyu bir hayli soğuk.






Rengârenk bir dünya: Alaçatı

Adını çok kereler duyduğum, gitmeyi çok istediğim ancak nihayetine bir türlü kavuşturamadığım bir yerdi Alaçatı. Gittiğimde ise bu kadar geç kaldığım için kendime kızdım durdum. Eğer sessizlikle karmaşayı bir arada sevenlerdenseniz, hem doğanın huzurlu dinlendiriciliğinden hem de eğlencenin dinamikliğinden vazgeçemiyorsanız, renklere bayılıyor ve kendinizi ağız tadına düşkün biri olarak tanımlıyorsanız Alaçatı kesinlikle size göre diyebilirim. Dar ve cıvıl cıvıl sokakları, rengârenk evleri ve bu evleri kaplamış çiçekleri, güler yüzlü esnafı ve halkı, birbirinden lezzetli yemekleri, sayısız ve şık cafe ve restorantları ile Alaçatı insana kendini harikalar diyarında hissettiren bir yer olarak karşımıza çıkıyor.







Alaçatı’nın dar sokaklarında yer alan taş binaların arasında dolaşırken hem evlerin zevkli dekorasyonları hem de her biri farklı biçimde düzenlenmiş cafeler dikkatimi çekiyor. Birçok cafe ve dükkânda çeşitli süs eşyaları satılıyor, antika eşyaların yer aldığı dükkânlar da Alaçatı’da son derece revaçta. Satılan eşyalar öylesine özenle seçilmiş ve zevkli parçalar ki dükkânların küçücük olmasına rağmen içerisinde geçirdiğiniz vakit saatleri bulabiliyor. Alaçatı’nın yemekleri de tüm Ege’de olduğu gibi oldukça lezzetli. Alaçatı’yı farklı kılan özelliklerden biri de, yemeğinizi yerken bir diğer restoranttaki müşterilerle yahut sokakta yürüyen insanlarla neredeyse birlikteymiş gibi hissediyor oluşunuz. Son olarak gündüzü ayrı, gecesi ayrı keyifli bir köy olan Alaçatı için, hem eğlenmek hem de dinlenmek isteyenler için biçilmiş kaftan bir tatil mekânı diyebiliriz.  







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder