Azerbaycan adı, biz Türklerin çok da yabancı
olmadığı bir isim. ‘İki devlet bir millet’ deyişi ile sık sık bir arada
kullanılan Azerbaycan ve Türkiye arasında yılların eskitemediği bir dostluk ve
sevgi bağı söz konusu. Azerbaycan, Türkiye’nin yanı sıra, son yıllarda gerek
ekonomik alanda gerçekleştirdiği atılımlar, gerekse sosyal ve kültürel bağlamda
kazandığı başarılar ile de adını tüm dünyaya duyurmayı başarmış bir ülke olarak
karşımıza çıkıyor.
Eskişehir’den önce İstanbul’a ardından da
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye yola çıkıyorum. Bakü, mimari yapısı son derece
gelişmiş bir Avrupa kenti görüntüsü çiziyor. Şık bir biçimde dizayn edilmiş
yüksek binaları ve Hazar Denizi manzarası Bakü’nün olmazsa olmazları arasında
yer alıyor.
İlk günüm Quba'ya doğru uzun süren bir yolculukla
başlıyor. Quba, 70 bin nüfuslu bir Azeri köyü. Quba'nın özelliği ise yine 90'lı
yıllarda ağır soykırımlara tanıklık etmiş olması. Bakü'den Quba'ya yolculuğum
yaklaşık 3 saat sürüyor. Yol boyunca Azerilerin eski Cumhurbaşkanı Haydar
Aliyev'in heykeller, afiş ve fotoğraflarına rastlıyorum. Tur görevlilerimiz
bize, Azerilerin Aliyev'i ne kadar çok sevdiğinden ve ona duydukları minnetten
bahsediyor.
Azerilerin Türklere olan sonsuz sevgisi
Azeriler de yine Aliyev'e duydukları gibi bir sevgi
Türkler ve Türkiye için de geçerli. Azerbaycan'da adı Türk isimleri olan pek
çok cadde, sokak, bina ve restorantlar var. Örneğin biz Bakü'de Atatürk Caddesi,
İzmir Sokağı ve Kardeşler Türk Restorant'ına rastladık. Azeriler bu Türkiye
sevgisinin günümüz siyaseti nasıl dönerse dönsün, halkların özünde hiç
bitmeyeceğini söylüyor. "Bizim iki devletimiz olabilir ama biz bir
milletiz" diyorlar ve onlar, Türklere hem minnet hem de sonsuz bir sevgi
duyuyorlar.
Quba tarihi soykırımın izlerini
barındırıyor
Ortalama 3 saat sonunda Quba'ya geliyorum. 70 bin
nüfuslu bu köyde büyük ticaret merkezleri ve kültürsanat evleri de bulunuyor.
Gezimiz boyunca burada bir Türk Lisesi ve çok sayıda Türk Camisi'ne
rastlıyoruz. Türk Camileri'ni Azeri Camileri'nden ayıran en önemli özellik ise
Azeri Camileri'in daha mescit görünümlü olması. Türk Camileri'nde yer alan
kubbe ve minareler, Azeri Camileri'nde bulunmuyor. Quba'yı Azeriler için önemli
kılan soykırım kalıntıları ise, 1918 yılında bir iş adamı tarafından
rastlantısal olarak ortaya çıkartılıyor. Bir iş merkezi yapılması için başlanan
kazı, kazılan topraktan kafatası çıktıkça farklı bir boyuta gelmiş. Hatta o
kadar çok kafatası bulunmuş ki söylenene göre o dönemde Quba'da metrekareye 6
kafatası düşüyormuş. Daha sonra yapılan araştırmaların neticesinde Quba'da
yaşayan insanların Ermeni ve Ruslar tarafından kuyularda kafalarına çivi
çakılarak öldürüldükleri ortaya çıkmış. Quba'da soykırımın izlerini, üzerinde
çivi bulunan kafataslarını da görmeniz mümkün. Azeriler bu tarihsel kanıtlara
en iyi şekilde sahip çıkmış ve bir soykırım müzesi oluşturmuşlar.
Yahudi kasabası 'Kırmızı Kasaba'
Müzenin girişinde yine Azeri ve Türk askerleri için yapılmış
Şehitlik ve Anıt Park bulunuyor. Anıt Park'ın biraz ilerisinde ise Azerilerin
'Kanlı Ocak' diye tabir ettikleri soykırımın izlerini en açık şekilde
görebileceğiniz alana, Soykırım Müzesi'ne geliyorsunuz. Tur rehberimiz Ağabacı,
müzeyi ve soykırım yıllarını bize yine büyük bir ciddiyetle anlatıyor. Bugün
ise Azerbaycan'ın tekrar o acıları günleri yaşamamak için çok çalıştığından ve
askeri alana büyük yatırımlar yaptığından bahsediyor. Bölgeyi ziyarete gelen
Azerilerden bazıları soykırım alanına karanfiller bırakırken bende yavaş yavaş
Quba'dan ayrılıyorum. Quba'nın çıkışında adı 'Kırmızı Kasaba' olan bir yerden
geçiyorum. Bu kasaba içinde yer alan tüm binaların çatılarının kırmızı
oluşundan dolayı bu ismi almış. Özelliği ise Kırmızı Kasaba'da yalnızca
Yahudilerin yaşıyor olması imiş. Ortalama 2 bin Yahudinin yaşadığı bu kasabada
Yahudilere ait bir okul ve hastane de bulunuyor. Kasaba'ya giriş çıkış ise
yalnızca bir asma köprüyle yapılıyor. Bunun da sebebi Yahudilerin yine
Azerbaycan'a yapılacak herhangi bir saldırı anında bu köprüyü havaya uçurarak
Kasaba'ya ulaşımı engellemek istemeleri olarak açıklanıyor.
Petrolün yüzde 90'ı Hazar Denizi'nden
Azerbaycan’daki ilk günümün son durağı ise Bulvar
oluyor. Bulvar, bir nevi sahil yolu. İstanbul'da yer alan Bebek Sahili'ne de
benziyor diyebiliriz. Hazar Denizi'nin hemen yanında yer alan bu yer, Bakü'nün
belki de en güzel manzarasına ev sahipliği yapıyor. Hava biraz kararmış,
Bulvar'da hafif ılık bir rüzgâr eşliğinde yürüyorum. Hazar Denizi buram buram
petrol kokuyor. İstanbul'da her bir rüzgârla bize ulaşan yosun kokusu burada
kendini petrol kokusuna bırakmış. Petrol, Azerbaycan'ın en önemli geçim
kaynaklarının başında geliyor. Azerbaycan'daki petrolün yüzde 90 gibi büyük bir
kısmı da buradan, Hazar Denizi'nden elde ediliyor. Dünya üzerinde beyaz petrol
olarak da bilinen yani rafine maliyeti en düşük petrol Bakü'den çıkıyor.
Azerbaycan halkı, doğal kaynaklarının kıymetini iyi biliyor ve kısa zamanda bu kadar
gelişmiş olmasını da buna bağlıyor.
Hedef: Kültürel anlamda da gelişim
Ancak Azeri halkı sadece sanayi ve ticarette değil
kültürel anlamda da gelişmekten yana. Örneğin Azeri aileler çocuklarını daha
küçük yaşlarda müzik, resim, dans gibi hobilere yönlendiriyor ve Ağabacı'nın
dediğine göre Azerbaycan'da hemen hemen her evde bir piyano bulunuyor. Devletin
de bu yöndeki çalışmaları yadsınamayacak ölçüde. Ayrıca son yıllarda
Azerbaycan'da büyük binaların, gökdelenlerin yapımına ağırlık verilmiş. Örneğin
Bakü’nün merkezinde Azeri kültürünü yansıtan 'Buta' şekline uygun yapılmış olan
devasa büyüklükte ayna kaplı 3 bina yer alıyor. Ve bu 3 binayı Bakü'nün
neresinden bakarsanız bakın görebildiğiniz gibi Bulvar'da da görebiliyorsunuz.
Butalar, Bulvar ve Hazar Denizi insanı büyüleyen güzelliğiyle o gece hatıralarıma
kazınıyor.
İlk İnsan Müzesi
Bakü'deki son, gezideki 2. günüm ise 'İlk İnsan
Müzesi' ziyaretiyle başlıyor. Bakü'nün tepelerinden birine kurulmuş olan bu
müze, içindeki ilk insan kalıntılarının çıkarıldığı yerin hemen yanında
kurulmuş olmasıyla da değerini katlıyor. Öncelikle 3 kattan oluşan bu lüks
müzeyi geziyoruz. İlk insanın günümüze kadar katettiği tüm gelişimini bu
müzede, gerek arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkmış kalıntılarla, gerekse son
teknolojik aletler kullanılarak meydana getirilmiş ve müze duvarlarında
gösterilen animasyon ve efektlerle görebiliyoruz. Müze ziyaretinin ardından,
ilk insan kalıntılarının yer aldığı alana geçiyoruz. Büyük taşların arasında
rastladığımız tüm o kalıntılar bizleri hayrete düşürüyor. Mağaralara giriyor, taş
tepelerinin en yüksek noktasına çıkmak için uğraş veriyoruz. Tarih sahnelerinde
bolca kaybolduktan sonra ise yeniden Bakü'ye Çarşı Meydanı'na doğru yola
çıkıyorum.
Tarihi ihtişama sahip bir Meydan
Çarşı Meydanı ise Azerbaycan gezimin son durağı.
Bakü Meydanı, gerçekten büyük ve şaşırılacak derecede temiz. Bu bizlerin
Türkiye'de çok alışık olmadığı bir durum. Yerde bırakın çöpü, tek bir sigara
izmaritine dahi rastlamanız mümkün değil. Meydan'da yine Rus mimarisi öne
çıkıyor. Meydanı çevreleyen binalar hep tarihi ve son derece iyi korunmuş
vaziyette. Basit bir çarşı olmasına rağmen Bakü Meydanı, tarihi ihtişamı ve
mükemmel düzeni ile gözlerimizi kamaştırıyor.
Işıklar içinde İstanbul manzarası
Meydan turumuzun ardından geri dönüş hazırlıklarına başlıyorum.
Kaldığım otelden eşyalarımı alıyor ve havaalanına doğru yola çıkıyorum. Uçakla
Bakü’ye gelirken gündüz yolculuğunda gördüğüm o şahane manzarayı bir de gece
izlemek istiyorum. Uçak İstanbul'a yaklaştığında ise sanki o muhteşem İstanbul
Boğazı'nın görüntüsünü belleğime tamamen kazıyayım diye Boğaz'ın etrafında 3
tam tur atıyor. Uçaktaki herkes camlara yaklaşmış hayretler içinde İstanbul'un
ışıklar içindeki güzelliğini izliyor. 'Tüm dünya ne kadar gelişmiş, ne kadar
güzel olursa olsun bir İstanbul olamıyor işte' diyor uçaktakilerden biri. Ve o
an, bunca şairin neden İstanbul'a kitaplar dolusu şiirler yazdığını, onca
küslüğe rağmen neden hiçbirinin İstanbul'a duyduğu hasretten vazgeçemediğini
bir kez daha anlıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder