8 Nisan 2015 Çarşamba

İki devlet bir millet, Azerbaycan


Azerbaycan adı, biz Türklerin çok da yabancı olmadığı bir isim. ‘İki devlet bir millet’ deyişi ile sık sık bir arada kullanılan Azerbaycan ve Türkiye arasında yılların eskitemediği bir dostluk ve sevgi bağı söz konusu. Azerbaycan, Türkiye’nin yanı sıra, son yıllarda gerek ekonomik alanda gerçekleştirdiği atılımlar, gerekse sosyal ve kültürel bağlamda kazandığı başarılar ile de adını tüm dünyaya duyurmayı başarmış bir ülke olarak karşımıza çıkıyor.



Eskişehir’den önce İstanbul’a ardından da Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye yola çıkıyorum. Bakü, mimari yapısı son derece gelişmiş bir Avrupa kenti görüntüsü çiziyor. Şık bir biçimde dizayn edilmiş yüksek binaları ve Hazar Denizi manzarası Bakü’nün olmazsa olmazları arasında yer alıyor.




İlk günüm Quba'ya doğru uzun süren bir yolculukla başlıyor. Quba, 70 bin nüfuslu bir Azeri köyü. Quba'nın özelliği ise yine 90'lı yıllarda ağır soykırımlara tanıklık etmiş olması. Bakü'den Quba'ya yolculuğum yaklaşık 3 saat sürüyor. Yol boyunca Azerilerin eski Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in heykeller, afiş ve fotoğraflarına rastlıyorum. Tur görevlilerimiz bize, Azerilerin Aliyev'i ne kadar çok sevdiğinden ve ona duydukları minnetten bahsediyor.



Azerilerin Türklere olan sonsuz sevgisi

Azeriler de yine Aliyev'e duydukları gibi bir sevgi Türkler ve Türkiye için de geçerli. Azerbaycan'da adı Türk isimleri olan pek çok cadde, sokak, bina ve restorantlar var. Örneğin biz Bakü'de Atatürk Caddesi, İzmir Sokağı ve Kardeşler Türk Restorant'ına rastladık. Azeriler bu Türkiye sevgisinin günümüz siyaseti nasıl dönerse dönsün, halkların özünde hiç bitmeyeceğini söylüyor. "Bizim iki devletimiz olabilir ama biz bir milletiz" diyorlar ve onlar, Türklere hem minnet hem de sonsuz bir sevgi duyuyorlar.




Quba tarihi soykırımın izlerini barındırıyor

Ortalama 3 saat sonunda Quba'ya geliyorum. 70 bin nüfuslu bu köyde büyük ticaret merkezleri ve kültürsanat evleri de bulunuyor. Gezimiz boyunca burada bir Türk Lisesi ve çok sayıda Türk Camisi'ne rastlıyoruz. Türk Camileri'ni Azeri Camileri'nden ayıran en önemli özellik ise Azeri Camileri'in daha mescit görünümlü olması. Türk Camileri'nde yer alan kubbe ve minareler, Azeri Camileri'nde bulunmuyor. Quba'yı Azeriler için önemli kılan soykırım kalıntıları ise, 1918 yılında bir iş adamı tarafından rastlantısal olarak ortaya çıkartılıyor. Bir iş merkezi yapılması için başlanan kazı, kazılan topraktan kafatası çıktıkça farklı bir boyuta gelmiş. Hatta o kadar çok kafatası bulunmuş ki söylenene göre o dönemde Quba'da metrekareye 6 kafatası düşüyormuş. Daha sonra yapılan araştırmaların neticesinde Quba'da yaşayan insanların Ermeni ve Ruslar tarafından kuyularda kafalarına çivi çakılarak öldürüldükleri ortaya çıkmış. Quba'da soykırımın izlerini, üzerinde çivi bulunan kafataslarını da görmeniz mümkün. Azeriler bu tarihsel kanıtlara en iyi şekilde sahip çıkmış ve bir soykırım müzesi oluşturmuşlar.






Yahudi kasabası 'Kırmızı Kasaba'

Müzenin girişinde yine Azeri ve Türk askerleri için yapılmış Şehitlik ve Anıt Park bulunuyor. Anıt Park'ın biraz ilerisinde ise Azerilerin 'Kanlı Ocak' diye tabir ettikleri soykırımın izlerini en açık şekilde görebileceğiniz alana, Soykırım Müzesi'ne geliyorsunuz. Tur rehberimiz Ağabacı, müzeyi ve soykırım yıllarını bize yine büyük bir ciddiyetle anlatıyor. Bugün ise Azerbaycan'ın tekrar o acıları günleri yaşamamak için çok çalıştığından ve askeri alana büyük yatırımlar yaptığından bahsediyor. Bölgeyi ziyarete gelen Azerilerden bazıları soykırım alanına karanfiller bırakırken bende yavaş yavaş Quba'dan ayrılıyorum. Quba'nın çıkışında adı 'Kırmızı Kasaba' olan bir yerden geçiyorum. Bu kasaba içinde yer alan tüm binaların çatılarının kırmızı oluşundan dolayı bu ismi almış. Özelliği ise Kırmızı Kasaba'da yalnızca Yahudilerin yaşıyor olması imiş. Ortalama 2 bin Yahudinin yaşadığı bu kasabada Yahudilere ait bir okul ve hastane de bulunuyor. Kasaba'ya giriş çıkış ise yalnızca bir asma köprüyle yapılıyor. Bunun da sebebi Yahudilerin yine Azerbaycan'a yapılacak herhangi bir saldırı anında bu köprüyü havaya uçurarak Kasaba'ya ulaşımı engellemek istemeleri olarak açıklanıyor.






Petrolün yüzde 90'ı Hazar Denizi'nden

Azerbaycan’daki ilk günümün son durağı ise Bulvar oluyor. Bulvar, bir nevi sahil yolu. İstanbul'da yer alan Bebek Sahili'ne de benziyor diyebiliriz. Hazar Denizi'nin hemen yanında yer alan bu yer, Bakü'nün belki de en güzel manzarasına ev sahipliği yapıyor. Hava biraz kararmış, Bulvar'da hafif ılık bir rüzgâr eşliğinde yürüyorum. Hazar Denizi buram buram petrol kokuyor. İstanbul'da her bir rüzgârla bize ulaşan yosun kokusu burada kendini petrol kokusuna bırakmış. Petrol, Azerbaycan'ın en önemli geçim kaynaklarının başında geliyor. Azerbaycan'daki petrolün yüzde 90 gibi büyük bir kısmı da buradan, Hazar Denizi'nden elde ediliyor. Dünya üzerinde beyaz petrol olarak da bilinen yani rafine maliyeti en düşük petrol Bakü'den çıkıyor. Azerbaycan halkı, doğal kaynaklarının kıymetini iyi biliyor ve kısa zamanda bu kadar gelişmiş olmasını da buna bağlıyor.







Hedef: Kültürel anlamda da gelişim

Ancak Azeri halkı sadece sanayi ve ticarette değil kültürel anlamda da gelişmekten yana. Örneğin Azeri aileler çocuklarını daha küçük yaşlarda müzik, resim, dans gibi hobilere yönlendiriyor ve Ağabacı'nın dediğine göre Azerbaycan'da hemen hemen her evde bir piyano bulunuyor. Devletin de bu yöndeki çalışmaları yadsınamayacak ölçüde. Ayrıca son yıllarda Azerbaycan'da büyük binaların, gökdelenlerin yapımına ağırlık verilmiş. Örneğin Bakü’nün merkezinde Azeri kültürünü yansıtan 'Buta' şekline uygun yapılmış olan devasa büyüklükte ayna kaplı 3 bina yer alıyor. Ve bu 3 binayı Bakü'nün neresinden bakarsanız bakın görebildiğiniz gibi Bulvar'da da görebiliyorsunuz. Butalar, Bulvar ve Hazar Denizi insanı büyüleyen güzelliğiyle o gece hatıralarıma kazınıyor.







İlk İnsan Müzesi

Bakü'deki son, gezideki 2. günüm ise 'İlk İnsan Müzesi' ziyaretiyle başlıyor. Bakü'nün tepelerinden birine kurulmuş olan bu müze, içindeki ilk insan kalıntılarının çıkarıldığı yerin hemen yanında kurulmuş olmasıyla da değerini katlıyor. Öncelikle 3 kattan oluşan bu lüks müzeyi geziyoruz. İlk insanın günümüze kadar katettiği tüm gelişimini bu müzede, gerek arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkmış kalıntılarla, gerekse son teknolojik aletler kullanılarak meydana getirilmiş ve müze duvarlarında gösterilen animasyon ve efektlerle görebiliyoruz. Müze ziyaretinin ardından, ilk insan kalıntılarının yer aldığı alana geçiyoruz. Büyük taşların arasında rastladığımız tüm o kalıntılar bizleri hayrete düşürüyor. Mağaralara giriyor, taş tepelerinin en yüksek noktasına çıkmak için uğraş veriyoruz. Tarih sahnelerinde bolca kaybolduktan sonra ise yeniden Bakü'ye Çarşı Meydanı'na doğru yola çıkıyorum.







Tarihi ihtişama sahip bir Meydan

Çarşı Meydanı ise Azerbaycan gezimin son durağı. Bakü Meydanı, gerçekten büyük ve şaşırılacak derecede temiz. Bu bizlerin Türkiye'de çok alışık olmadığı bir durum. Yerde bırakın çöpü, tek bir sigara izmaritine dahi rastlamanız mümkün değil. Meydan'da yine Rus mimarisi öne çıkıyor. Meydanı çevreleyen binalar hep tarihi ve son derece iyi korunmuş vaziyette. Basit bir çarşı olmasına rağmen Bakü Meydanı, tarihi ihtişamı ve mükemmel düzeni ile gözlerimizi kamaştırıyor.







Işıklar içinde İstanbul manzarası

Meydan turumuzun ardından geri dönüş hazırlıklarına başlıyorum. Kaldığım otelden eşyalarımı alıyor ve havaalanına doğru yola çıkıyorum. Uçakla Bakü’ye gelirken gündüz yolculuğunda gördüğüm o şahane manzarayı bir de gece izlemek istiyorum. Uçak İstanbul'a yaklaştığında ise sanki o muhteşem İstanbul Boğazı'nın görüntüsünü belleğime tamamen kazıyayım diye Boğaz'ın etrafında 3 tam tur atıyor. Uçaktaki herkes camlara yaklaşmış hayretler içinde İstanbul'un ışıklar içindeki güzelliğini izliyor. 'Tüm dünya ne kadar gelişmiş, ne kadar güzel olursa olsun bir İstanbul olamıyor işte' diyor uçaktakilerden biri. Ve o an, bunca şairin neden İstanbul'a kitaplar dolusu şiirler yazdığını, onca küslüğe rağmen neden hiçbirinin İstanbul'a duyduğu hasretten vazgeçemediğini bir kez daha anlıyorum.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder